Powered By Blogger

27.06.2012

İş Hayatında "Zaman" Karmaşası

"Zaman Yönetimi" hepimizin ağzında olan bir tanım. IK eklerinde üst düzey yöneticilere, yönetim kurulu başkanlarına soruyorlar hep: "Gün içerisinde kaç toplantı yapıyorsunuz, toplantılarınız ne kadar sürüyor, en verimli toplantı kaç dakika sürmeli?" Kimi uzun, kimi kısa toplantıları tercih ediyor. Herkesin verim alma şekli farklı. Zaman hepimiz için önemli. 

Peki zaman gerçekten kim için ne kadar değerli. Ve bu kelime aslında iş hayatında farklı anlamlar taşıyor, ifade ediyor, açıklıyor...Yani zamanın tanımlayıcı etkisi, kattıkları ve götürdükleri mevcut.

Daha ilk iş görüşmesi için şirkete gidildiğinde kaç dakika beklediğinizden tutun da, görüşme süreniz bile o şirketin iç yapısını tanımlayabiliyor. En azından iç organizasyon süreçleri hakkında bazen gerçekten açıklayıcı olabiliyor. Ayna tutuyor içeriye bir nevi. Çünkü siz verilen randevu saatinin üzerine tam 2 saat danışmada bekliyorsanız yönetimsel bazı noktaların noksanlığını o sırada hissedebiliyorsuz. Üstelik çok net bilgi verilmeden uzun bir bekleyiş. Hele bir de o bekleyişe değmeyen yadırganır derecede yüzeysel 5-10 dakikalık bir görüşme ile sonuçlanıyorsa. (Başvuru yaparken duyduğunuz heyecan ne oldu? Hala orada mı?) Bu örnek nadiren yaşanabilir, ama gerçekten ilk anda içeri ışık tutar. Sonra içine girince yanılmadığınız noktalar olduğunu görürsünüz. Her yer mükemmel olamaz ama bazı süreçlerin yaşattığı sıkıntılar sizi çelişkiler diyarına sürükleyebilir. Çünkü o heyecan zamanla ızdıraba dönüşme potansiyeline sahip olacaktır. 

Sadece iş görüşmelerinde değil, tedarikçi-iş ortağı görüşmelerinde randevu saatlerine bağlı kalmak, toplantıları gerektiği noktalarda toparlayabilmek gerekli. O yüzden "Yönetimi" kelimesi var. Ama herkes yönetemez. Yönetebilmek çok değerli bir özelliktir. Yönetsel başarısı olan insanlar, yönetsel iletişimi doğru kullanabilenler iş hayatında daha güçlü konumlanıyorlar şüphesiz.

Duyduklarım, gördüklerimden yola çıkınca "zaman" konusunda bazı şirketlerin yaşattığı çelişkilerin çalışanı memnuniyetsizliğe itiyor olması gerçeğini görüyoruz. Bir evrak onayı için kapısında bir saat bekleten yönetici, içeri girdiğinizde de çalan telefonlara cevap vermekten sizi halen orada bekletmeye devam ediyor olabiliyor. Her lafınızın arasına bir telefon girebiliyor ve kapı aralayarak bir kafa içeriye uzatılabiliyor. En nihayetinde zaman-iş gücü paralel ise boşa geçen zamana yazık değil mi? Hele ki çalışana kendini nasıl hissettirdiği ayrı bir boyut.

Bazı işler kısa dilim zamanlarında yapılabilmek için büyük bir enerjiyle hazırlanıyor. Ancak sonuca bağlanmak için masada günlerce bazen daha fazla beklediği oluyor. Küçük zaman dilimlerine büyük heyecanlar sığdırıp, bekleme süresi boyunca o heyecanın şarjından iki çizgi silinmesi gibi birşey hissettiriyor bana. 

Peki mesai saati bitimine farklı yaklaşımlar desek. İşiniz bitmiş dahi olsa baskıdan "bir 15 dakika daha duruyum da öyle çıkıyım." halleri vardır. Ancak o 15 dakika da özel hayatımızdaki zamandan gider. Hele ki 5 dakikada trafik düzeninde nasıl da farklılıklar olabileceğini bildiğimiz bu şehirde. (Gerçekten yetişmesi gereken işlerin dışında tutuyorum tabi bunu. Yoksa hepimizin esnek alanları oluyor.)

Zaman yenilmeyen, içilmeyen, tutulmayan, görülmeyen birşey...Özetle İş hayatında "zaman" çok karışık bir kavram. Ama değeri tartışılmaz. Onu iyi kullanabilmek, verimli hale getirebilmek şart. (İç ses: düzeltebilmek için kişisel performansa çok ihtiyaç var...)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder